
2000'li yılların başında piyasaya çıkardığı American Siding'in ardından son dönemlerde özellikle yalıtım sektöründe ciddi yatırımlar yaparak Focus Membran, Bonuspan, Winer ve Wooler markalı yeni ürünler piyasaya sunan ERYAP firmasının CEO'su Emrullah Eruslu, Antepli sanayici bir aileden geliyor. Kimya Mühendisliği eğitimi alan Emrullah Eruslu ile Eruslu ailesini ve ERYAP'ı konuştuk. Özel hayatı ile ilgili ayrıntıları da Yalıtım dergisi okurlarıyla paylaşan Eruslu'dan, İstanbul ve çevresinde yapılan yatırımların en büyük nedeninin ise, kendisinin "İstanbul sevdası" olduğunu öğrendik. İşte, öğrencilik yıllarında Fizik Olimpiyatları sınavlarına katılan, ortaokulda "kasa" emanet edilen, İstanbul Üniversitesi'nin Avcılar Kampüsü'nde büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Emrullah Eruslu'nun ağzından ERYAP'ın kuruluş öyküsü ve kendi hayat hikayesinden satır başları...
"1980, Gaziantep doğumluyum... İlk, orta ve lise eğitimimi Gaziantep'te tamamladım. İlkokula beş buçuk yaşında başlamıştım. Yaşımın ufaklığından dolayı okula çok kolay adapte olamamıştım ve öğretmenim tarafından başarısız bir çocuk olarak görülüyordum. Fakat o hırsla ilkokulu bitirdikten sonra orta ve lise öğrenimim boyunca çok başarılı bir öğrenci oldum. Hep takdirname alırdım. Fiziğe ayrı bir ilgim vardı. Okulu temsilen Fizik Olimpiyatları'ndaki bütün sınavlara katılıyordum. Büyük bir başarım olmasa da ortalamanın üzerinde sonuçlar alıyordum. O dönemde okul takımı olarak Türkiye ikinciliği bile kazanmıştık. Projemiz Ankara'da sergilenmişti. Bugün, bu işi yapmıyor olsaydım büyük ihtimalle Fizik alanında çalışan bir akademisyen olurdum..."
Çok kardeşli olmanın rahatlığı...
"Bir ağabeyim (Salih Eruslu), beş yaş küçük bir erkek kardeşim (Selim Eruslu) ve bir kız kardeşim var. Ağabeyimle birlikte büyüdüğümü söyleyebilirim. Ağabeyim benden bir buçuk yaş büyük olmasına rağmen, babam, ikimiz arasında denge kurmak amacıyla, ağabeyim orta ikinci sınıfa geçtiği sene, onun bir sene kaybetmesini göze alarak, benim başladığım Sunguroğlu Koleji'ne ortaokul hazırlıktan başlatmıştı. Dolayısıyla ağabeyimle arkadaş gibi, aynı sınıflarda okuyarak büyüdük. Kendimi hiç yalnız hissetmiyordum. Gerek okul hayatında, gerek iş hayatında, gerekse özel hayatta kendinizden bir buçuk yaş büyük bir ağabeyinizin yanınızda olması özgüveninizi çok yükseltiyor. Çok kardeşli olmanın hayatım boyunca hep avantajlarını gördüm. Aile içinde maddi anlamdaki varlıklardan daha ziyade manevi bir iklimin de sağlanması, sevgi-saygı ilişkileri ve çok kardeşli olmak, hayatım boyunca hep beni mutlu etti. Önümde bir ağabeyim vardı, kardeşlerin en büyüğü oydu ve ilgi, alaka hep onun üzerindeydi. Hep o sorgulanıyor, bu da beni çok rahatlatıyordu. Mesela benim eve geç dönmem değil de ağabeyimin geç dönmesi sorundu. Ben okulunda başarılı, haylazlığı olmayan bir çocuktum. O baskıyı üzerimde hissetmemek beni özgür kılıyordu. Belki İstanbul'da kalabilmemi sağlayan da buydu..."
Çekle çocuk yaşta tanıştım
"Gaziantep'te, her ne kadar varlıklı bir ailenin mensubu da olsak belirli kurallar vardı. Özellikle dedemin, babama ve diğer amcalarıma uyguladığı küçük yaşta çalışma zorunluluğu... Hayatım boyunca cumartesi günleri evde oturduğumu, tatil yaptığımı hatırlamam. Yazları da tatil yapmazdık. Yaz tatilinin başladığı günün ertesi günü babamızla işe gider, önlüklerimizi, tulumlarımızı giyerdik. Ağabeyimin varlığının burada da avantajlarını yaşıyordum. O, babamın ya da amcamların şirketlerinde değil de dışarıda çalışırdı.
Bir yaz tornacıya, bir yaz bir büfeye giderdi. Ben ise başkalarının yanında değil de ya babamla ya da amcamların işyerlerinde çalışırdım. İşe seve seve giderdim. Bedenen çalıştığımız için akşamüstü karnımız acıkır, çalışanlarla birlikte ekmek arası soğan yerdik. Başarılı bir dönem geçirirsek de babamdan ancak bir haftalık bir Mersin tatili kazanırdık. O yaşlarda çalışma hayatına başlamanın inanılmaz faydasını gördüm. Rahmetli dedem ve rahmetli Kimya Mühendisi olan amcamın inanılmaz katkıları oluyordu. En önemlisi, insan tanımayı öğreniyordum. Kendi çalışanlarımızdan Anadolu'nun çeşitli coğrafyalarındaki müşterilerimize kadar sayısız insanla diyaloğa giriyordum. Bir işyerinde işçilerle aynı işi yaparak aynı havayı teneffüs etmenin ve binlerce insan tanımanın avantajı çoktu. Mesela ortaokul üçüncü sınıfa giderken, tüccarlık yapan amcamın yanında çalışmıştım. Dışarı çıktığında kasayı bana emanet ediyordu. Çekle, senetle ve bir takım ticari evrakla o dönemde tanışmıştım. İş hayatına atılınca bu tip bilgilerin çok yararını gördüm..."
İstanbul'a bir iki!..
"1997 senesinde İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği'ni kazanıp İstanbul'a geldim. Yine aynı sene ağabeyim de İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni kazanmıştı. Tercih yaparken kimyayı çok bilinçli seçmemiştim. Fakat o dönemde babamın, 'Amcanın mesleğini de yazdın mı' sorusu üzerine, babamın gönlü olsun diye tercihlerimin sonuna kimyayı da eklemiştim..."
"İstanbul'u ilk kez lisedeyken yaptığımız kısa bir okul gezisinde görmüştüm. Çok hoşuma gitmişti. İçimden 'Ben bu şehre gelirim' demiştim. Üniversitede okuma hayalleri kurarken Boğaz kenarında bir okul hayal ediyordum. Tercihlerimde Boğaziçi Üniversitesi'ni de yazmıştım ama o Boğazı hayal ederken Avcılar'da okumak kısmet oldu. Sağ olsun, Erpen'in o zamanki Bölge Müdürü de ağabeyimle bana, okula yakın olsun diye Parseller'de bir ev tutmuş. Parseller'e bir girdim; köşede Urfalı Kıraathanesi, az ileride Malatya Pazarı... Antep'ten hiç gelmesem daha iyi diye düşünmüştüm. Antep'te bunların hepsinin zaten orijinalleri vardı. Hatta kayıt döneminde ilk geldiğimde, Parseller'deki evden E5'e çıkıp Büyükçekmece-Topkapı otobüsüne binerken, muavinin 'İstanbul'a bir iki, İstanbul'a bir iki' diyerek yolcu çağırması, sevdiğim İstanbul'a çok uzak bir yerde yaşamak ve okumak zorunda olduğumu anlatmıştı bana. Büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Gaziantep'ten bakınca İstanbul Üniversitesi'nin farklı bir görüntüsü vardı. Beyazıt'taki İstanbul Üniversitesi'nin kapısı, kalabalık, tarihi mekanlar vs. Haritadan bakıldığında da tarihi yarımadada, muhtemelen boğaz manzarası da olan bir okul gözünüzün önüne geliyordu. Beyazıt'taki kampüs tabii ki öyledir; ama bir de Avcılar Kampüsü olduğu o yaşta hiç aklımıza gelmemişti. Ayrıca Avcılar Kampüsü'nün 1999 depreminde zarar görmesi nedeniyle son yıl eğitimimizi yemekhanede ve barakalarda almıştık. Sıkıntılı süreçlerdi. Okulu dört senede bitirebilecek olmama rağmen askerliğimi ötelemek için bir miktar uzatmıştım..."
Askerleri rehabilite ediyordum
"Kimya Fakültesi'nde ortalama bir öğrenciydim. Sınıfımızda 85 kişiydik ve bunun 73'ü bayandı. Sadece 12 erkektik. Bugünkü aklım olsa Kimya Mühendisliği okumazdım. Daha rahat bir bölüm seçerdim. İnanılmaz ezbere dayalı bir eğitimdi. Formülleri ezberlememiz gerekiyordu. Askerliğimi de 2009 yılında kısa devre olarak Kars'ın merkezinde yaptım. Ağustos'ta gittim, ocakta geldim. Askerliğim takım elbiseyle geçti. Psikolojisi bozuk askerleri rehabilite ediyordum. Biraz yöneticilik tecrübem olduğu için beni böyle bir göreve
layık görmüşlerdi..."
Ben, Antep'e dönmeyebilirdim!..
"Okul bittikten sonra da hep İstanbul'da kalmanın planlarını yapıyordum. 1990'lı yıllarda, o yıllarda babamın da amcamla beraber kurucusu ve ortağı olduğu Erpen'in İstanbul'da bir bölge ofisi vardı. Üniversitede yıllarımda orada da çalışıyordum. İstanbul'u, İstanbul piyasasını, bayilik teşkilatının yönetimini hep bu yıllarda öğrendim. Pazarlamacılarla sahaya çıkıyor, müşteri ziyaret ediyor, müşteri bulmaya çalışıyorduk. Ama bunların çoğunu da İstanbul'daki yerimi garantilemek için yaptığımı itiraf etmem lazım. Ağabeyim, ailenin büyüğü olarak Gaziantep'e her halükarda dönmek zorundaydı. Ama ben dönmeyebilirdim. Öyle de oldu..."
İstanbul'da kalmayı becerebildim
"Antep'li sanayici bir ailenin evladı olarak İstanbul'da kalmayı becerebilmek benim için önemliydi. Antep'te genelde çocuklar eğitim için büyükşehirlere giderler, okullarını bitirirler ve sonrasında dönüp aile işlerini devam ettirirler. O bölgede ve ailemizde böyle bir teamül vardır. Milliyetçilik damarlarımız da fazladır. Antepli Antep'e yatırım yapar. Akranım olan 14 erkek kuzenim var. Bugün benim ve kardeşim dışında hepsi Gaziantep'te Eruslu Şirketler Grubu'na ait şirketlerdeler. Yani ben o anlamda kendimi bu işi 'becerebilmiş' bir kişi olarak görüyorum..."
İstanbul her şeyin zirve noktası bir şehir
"Dünyada kırkı aşkın ülke gezdim, çok farklı coğrafyalar gördüm ama İstanbul bir başka. İstanbul'da çok farklı yaşamlara dair her şeyin ucu var. Yani her şeyin zirve noktası burada yaşanıyor. Bu, lüks de olabilir, serkeşlik de, eğlence de. Dinen farklı bir yaşam sürmek isterseniz de... İstanbul'un limitlerinin sınırsız olması beni cezbediyordu. Anadolu'da başarılı olduğunuzda bir şekilde sınırlandırılıyorsunuz, çok fazla göz önündesiniz. Ama İstanbul'da kayboluyorsunuz. Eğer başarılı olacaksanız ve aklınız başınızdaysa İstanbul'da o curcunanın içine girip iyi işler çıkarabiliyorsunuz. Karambolün içinden sıyrılıp kendinize bambaşka bir dünya açabiliyorsunuz. Bu noktaları açarken hiç kimse farkınızda olmayabiliyor. O farkında olunmadığınız süre içinde kendinize birçok şey katabilirsiniz. Benim için temel kriter buydu. Pek kimse birbirini tanımadığı için özel hayatlara da fazla müdahale edilmiyor. Ama Anadolu'da böyle değil. Herkes hayatınızın çok içinde. Mesela Gaziantep'te bugün hala bir yatırımcı, yeni yatırım kararını alırken organize sanayi bölgesinde dolaşır. Kimin iyi iş yaptığını öğrenmek için en çok kamyon hareketinin nerede olduğunu araştırır. Üç gün sonra da ona rakip olur. İstanbul'da bir iş yaparsınız bu karambolün içinde kaybolup gidersiniz. Ben mesela İstanbul'daki ofisimde alt katımda bulunan firmanın ne iş yaptığını bilmiyorum. O da benim ne yaptığımı bilmez. Ayrıca İstanbul'da iş yapabileceğiniz kulvar da çok fazla. İstanbul medeniyetlerin buluştuğu bir dünya başkenti. Kendine has bir özgürlüğü var. Çok büyük bir şirketin sahibi bile olsanız, İstanbul'da bir hafta sonu rahatlıkla kalabalığın içinde kaybolup, dolaşabilirsiniz. Koca denizde bir damlasınız çünkü..."
Eryap ve American Siding
"Okul bittikten sonra Erpen'in Marmara Bölgesi'ndeki satış ve pazarlama organizasyonun başına geçtim. Bu süreçte 2001 yılında, son sınıftayken Eryap olarak Gaziantep'te American Siding fabrikasını kurmaya başlamıştık. Bu yatırım sürecinde de makine ve teçhizat yatırımları ile ilgili çalışmalar yapıyordum. Bu ürüne karşı da özel bir sempati besliyordum. American Siding'in de ana pazarı İstanbul ve çevresi olacaktı. Üniversite bittikten sonra hem Erpen'in Marmara Bölgesi'ndeki satışlarının sorumluluğunu hem de American
Siding'in tüm Türkiye'deki satış ve pazarlama sorumluluğunu üstlenmiş oldum. İlk başlarda American Siding, Erpen ürünü olarak üretiliyordu fakat babamın Erpen'de amcamla ortaklıktan ayrılması ve Eryap'ı kurmasıyla American Siding, bir Eryap markası oldu. Erpen'deki sorumluluklarım da sona ermiş, sadece American Siding'e odaklanmıştım. O dönemde dil eğitimi için üç aylığına Amerika'ya da gitmiş ve American Siding benzeri ürünlerin araştırmasını yapmıştım..."
Projelerin yüzde doksanını bizzat teslim ediyordum
"American Siding, Türkiye'de üretilen ilk polimer dış cephe kaplamasıydı. Büyük deprem sonrası o dönemde güvenlik nedeniyle çelik yapıların artması, enerji verimliliği, su yalıtımı gibi konular da önem kazanmaya başlıyordu. American Siding, bu yapıyla örtüşen bir ürün oldu ve çok tuttu. Eski yapıların renovasyonunda ısı yalıtımıyla birlikte kullanılıyordu. Amerikan tipi hazır çelik evlerin yaygınlaşması, beraberinde siding'in de popülerliğini artırdı. Pazarlama faaliyetlerine yoğun zaman ayırıyorduk. Yeni bir ürün olduğundan ve uygulaması da pek bilinmediğinden, Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde seminerler, organizasyonlar, eğitimler düzenliyorduk. İşin sağlıklı yapılabilmesi için sayısız usta yetiştirdik. Sadece uygulamacı bayi statüsünde bayilikler yarattık. Elli yıl da kapsamlı garanti veriyorduk. Eryap'ın temeli de aslında Amerikan Siding ile beraber attığımız, özenle seçilmiş bayilerdi. Projeleri itinayla yürütüyorduk. Tüm projelerin müşteri teslim tutanaklarının neredeyse yüzde doksanı 2005 yılına kadar elimle bizzat kendim teslim ediyordum. Pazar günlerimi bu işe ayırıyordum. Böylece müşteride ciddi bir güven oluşturuyorduk. American Siding bu sayede sektörde jenerik bir marka olabildi. Tabii o dönemde yapılan reklamların etkisi de yadsınamaz..."
Eruslu Ailesi...
"Dedem Köşkermiş, yani ayakkabı tamircisi. Yaptığı işin, ileride altı erkek çocuğuna, yani babam ve amcamlara yetmeyeceğini sezince, başka arayışlara girmiş. 1960'lı yılların sonundan itibaren ayakkabı ve terlik tabanı imalatına başlamış. 1980'lerin sonuna kadar bu işi geliştirmiş ve terlik-ayakkabı imalatına geçilmiş. Kimya mühendisi olan en büyük amcam rahmetli Ali Eruslu, sadece ayakkabı ve terlik üretimiyle, büyüyen altı kardeşin ve ailenin geçiminin sağlanabilmesi mümkün olmadığından, 1970 yılların başında staj
yaptığı mensucat boyası işini öğrendiği Sümerbank'tan edindiği tecrübeyle kendine başka bir kulvar açmış ve ayakkabı imalatı devam ederken, Gaziantep'te mensucat boyası imalatına başlamış. İki amcamla birlikte o işi yürütmüş. Daha sonra bir taraftan da ayakkabılarda kullanılan dop yağı imalatına başlamışlar. Ardından, kimya mühendisi de olduğundan ayakkabı ve terlik tutkalı üretimine da geçmiş. Bu tutkalı da hem kendi imalatlarımızda kullanmışız hem de pazara sunmuşuz. Yetmemiş, bir de deterjan üretimine girmiş. Tabii bu arada ailenin ana iştigal konusu olan ayakkabı ve terlik imalatı da devam etmiş. Ama kardeş sayısı çok olmasına rağmen hiç Gaziantep dışında bir üretim ya da yapılanma düşünülmemiş. Dedem ileriyi de gören birisi olarak zaman geçtikçe, işletmeler çoğaldıkça, kardeşler kendi ailelerini kurmaya başladıkça, kardeşler arasında bölüştürmelere başlamış. Altı kardeşin birarada devam etmesinin hem yapıyı hantallaştırdığını hem de büyümeye engel teşkil edeceğini düşünmüş. İşletmeleri, önce en büyük üç kardeşle, babamın da aralarında olduğu en küçük üç kardeşe ayırmış. Sonrasında da tüm kardeşler kendi içlerinde bölünmüşler. Şu anda babam ve tüm amcalarımın işletmeleri ayrı ayrı. Çocukları da başka iş kollarında faaliyet gösteriyor. Ama hepimiz Eruslu Şirketler Grubu adıyla faaliyet gösteriyoruz..."
Terlik ve ayakkabı üretimi
"Seksenli yıllara kadar gayet iyi giden ayakkabı ve terlik sektörü, plastiğin üretiminin kolaylaşmasından dolayı o yıllardan itibaren taklit ürünlerle dolmuş ve rekabet kızışmış. Bu zor rekabet koşullarının içinde Kimya Mühendisi olan amcam, bir İtalya ziyaretinde poliüretan hafif tabanla karşılaşmış ve sonrasında 80'lerin başında Türkiye'de ilk poliüretan hafif taban imalatına başlamış. Bellisima, Tokalı merdane terlik gibi markalar yaratılarak bu iş de on yıl kadar çok ciddi olarak sürdürülmüş. Türkiye'nin her noktasında müşterilerimiz vardı. Neredeyse her kasabada bu terlikleri satan dükkanlar olurdu. 80'lerden sonra aile içinde, tekstile yönelik yatırımlarımız da başladı. İlk olarak bir amcam çuval üretimine geçti. Üçüncü kuşağın da artık yavaştan devreye girdiği bu yıllardan sonra ciddi gelişimler yaşandı. Erpen markasıyla plastik kapı ve pencere profili imalatı da bunlardan birisi oldu. Amcalarım bu dönemde ambalaj, iplik, tekstil sektörlerine girmişler. Bugün Eruslu Şirketler Grubu'na bağlı 3000'i aşkın çalışan, milyon metrekareyi aşan tesisler, 10'a yakın da anonim şirket var. Kaybettiğimiz amcamın dışında beş amcam ve 14 kuzenim bu işlerin başındalar. Holding değiliz, her firma kendi içinde bağımsız, fakat herhangi birisiyle ilgili bir sıkıntı olursa, desteğe ihtiyaç duyulursa aile bütün olarak destek oluyor..."
Yapı sektörüne Erpen ile girdik
"Yapı sektörüne 1993 yılında kurulan Erpen ile girdik. Bu firmaya da Kimya Mühendisi olan en büyük amcam öncülük etmişti. 80'lerin başında İtalya'ya gidip gelirken, oradan plastik kapı ve pencere profili numuneleri de getirmiş. Dedeme de, on-on beş yıl içinde ahşap doğramaların yerine bu plastik doğramaların kullanılacağını söylemiş. Rahmetli dedem de, amcamın geçmişteki bazı başarısız girişimlerinden dolayı, 'Bizim Ali gitti yine olmayacak bir iş buldu, geldi. Şaşkın bu' diye takılırmış. Fakat Ali Amcamı kaybettikten
iki yıl sonra babam ve Mustafa Amcam, Erpen markasıyla plastik kapı ve pencere profili imalatına başlamıştı. Babam ortaklıktan ayrıldı ama Mustafa Amcam Erpen'le hala devam ediyor. Erpen'de hem lisede hem de İstanbul'da üniversitedeyken ben de görevler aldım. Gaziantep'te nitelikli işgücü açısından sıkıntılar vardı. Devamlı kapasite artırır, makineler, hatlar devreye alırdık. Her gelen makinede de elektronik kumanda panellerinde otomasyon ve yazılımda bir takım yenilemeler olurdu. Bunları da herkes anlamıyordu. Ben kolejde okuduğum ve İngilizce bildiğim için makine üreticilerinin teknisyenleriyle daha kolay iletişim kurabiliyor, sistemi öğreniyor, çalışanlarımıza aktarıyordum. Hatta üniversiteyi kazandığım yaz, bir buçuk ay yeni fabrikada iki vardiya, 16 saat çalışmak zorunda kalmıştım. Yeni sistemi öğrenmek ve öğretmek bizim üzerimizdeydi. İşi bırakamıyordunuz. Ben çalışmıyorum deme lüksüm yoktu. O dönemde ayrıca Erpen'de sektörün ilk ISO belgesini alan firma olduk. ISO çalışmaları için ciddi emek veriyorduk. ISO 9001 çalışması insana inanılmaz bir tecrübe katıyor..."
Babamdan emir kipiyle bir cümle duymadım
"Eryap'ın şu an Yönetim Kurulu Başkanı babam Kahraman Eruslu. Her sabah saat yedide işe gelir. Sabah fabrikaya girer, vardiya değişimini görür, gece ne olmuş, ne bitmiş, fire çıkmış mı, bir bakar. Fakat bizim işlerimizin detaylarını çok bilmez. Genel olarak bilgi veririz. Bize yeni kulvarlar açmaya çalışır. Yani bir şeyi yap demeden çocuklarına yaptırabilmeyi becerebilmiş insanlardan birisidir. Ben babamdan bir gün olsun emir kipinde bir cümle duyduğumu hatırlamam. Ben de bir çocuk sahibi olursam öyle bir baba olmayı çok
isterim..."
İstanbul'dan ayrılmamak için XPS yatırımını gündeme aldım
"American Siding'i oluşturmak kolay olmadı. Türkiye'de ilk olan bir ürünün tanıtımı, pazara sunumu ve pazar tarafından kabullenilmesi kolay değildi. 2001 ile 2005 yılları arasında aslında ülke için krizden çıkış ve dinamiklerin işlediği yılların başlangıcıydı. Bu yıllarda çok fazla yeni yatırım yapamadık. American Siding'in üzerinde durmaya çalıştık. 2004 yılına geldiğimizde, American Siding'de taşlar yerine oturmuştu. Hemen her ilde bayilik yapılanmamızı tamamlamıştık. Kazandığımızın yüzde ellisini reklam yatırımına ayırıyorduk. Bu süreçte American Siding paket sistemin tamamlayıcı unsurlarından birisi olan XPS ısı yalıtım plakalarının da üretimine İstanbul'da Bonuspan markasıyla başladık. Bu yatırımda benim biraz İstanbul sevdamın da payı vardı. American Siding'de pek sorun kalmamıştı. İstanbul'da olmam şart değildi. Ailemin niyeti ise beni Gaziantep'e çekip, tekstile yönelik başka bir yatırım yapmaktı. Ben ise İstanbul'dan ayrılmamak için İstanbul'da bir XPS yatırımını gündeme getirmiştim. İstanbul'daki yerimi biraz daha sabitleştirmek istiyordum. 2004'ün kış aylarında babamla 11 günlük bir Avrupa seyahati yaptık ve sekiz şehir dolaştık. Ziyaretlerimizin dört beş tanesi XPS yatırımına yönelik teknoloji üreticilerine olmuştu. İki tane de ahşap ve plastik karışımı inşaat malzemecileriydi. Ayrıca bir de halı üretimine yönelik bir fuarı ziyaret etmiştik. O seyahat sonrası babamı İstanbul'da bir XPS yatırımına ikna etmiştim. O seyahatte babam halı üretimi konusunda bir yatırım kararında ısrarcı olsaydı bugün Gaziantep'te onlarca halı üreticisinden birisi olabilirdik. Belki çok daha fazla cirolar yapacaktık. O bir dönüm noktası oldu. Yalıtım sektörüne girişimiz de bu seyahatle başladı diyebilirim..."
Bonuspan üretimi
"Bonuspan markasıyla XPS imalatına 2005 yılında başladık. O dönem piyasada dört beş üretici vardı. 2006'da mevcut kapasitemizi iki katı kadar büyüttük. 2009'da yine ciddi bir kapasite artırımına gittik. Şu anda sektörün kurulu kapasite anlamında en büyüklerinden birisiyiz. Satış kapasitesi olarak da bu sene ilk ikideyiz."
"Ürün geliştirme, ürün çeşitliliği, hizmet hızı, kapasite yeterliliği gibi konularda hep başlarda yer alıyoruz. 2005'te Bonuspan yatırımı yaparken WINER markasıyla, ihracata yönelik plastik kapı ve pencere profili üretimine de geçmiştik. Fakat ben o dönemde işlerin yoğunluğunda çok fazla ilgilenememiştim. Bu tesisi 2007'de Irak'a sattık. Fakat 2010 yılında Gaziantep'te WINER imalatına tekrar başladık..."
Taşyünü üretimi zor bir iş
"2007'yılında bitümlü membran imalatıyla su yalıtımı işine girdik. Son olarak da 2012 yılında Sakarya'da Wooler markalı taşyünü üretimine geçtik. Bu yatırımımız devam edecek, fakat bu günlerde talep tarafında sıkıntılar yaşanıyor. Rekabet koşullarından dolayı bir kârsızlık söz konusu. Ama bundan daha kötüsü, sektörde ne yazık ki ürün kalitesinin sorgulandığı bir alıcı kitlesinin neredeyse olmaması. Yani ürünün kalitesini ne alıp satan kişi sorguluyor, ne bunu alıp inşaatta uygulayan usta sorguluyor. Özellikle XPS, EPS, taşyünü, camyününün teknik özelliklerine dikkat edilmiyor. Taşyünü üretimi gerçekten zor bir iş. Tesis ve makineler çok çabuk aşınıyor. Çünkü dünyanın en aşındırıcı taşlarından bazalt kullanıyorsunuz. Bir buçuk yıllık Wooler tesisimiz, yedi senedir üretim yapan Silivri'deki tesislerimizden çok daha fazla aşınmış durumda. Ciddi bir bakım, onarım ve işletme gideri var. Sadece baca gazı arıtması 2.5 milyon euro tutuyor. Bütün bunları üst üste koyunca ürünün karsız olduğunu söyleyebilirim. Bunlara ulaşamamamızın nedeni, haksız rekabet. Ama bu böyle devam etmeyecek, denetim daha da artacak, son tüketici daha da bilinçlenecek. Yavaş da olsa her gün bir gelişim olduğunu görüyoruz..."
Yatırım evrelerimizde krizlerle karşılaştık
"Nedense yatırım evrelerimizde hep ülke genelindeki ekonomik krizlerle, sorunlarla karşılaştık. Erpen 1993 yılında kurulduktan aylar sonra 1994'teki kriz çıktı. Döviz kurundaki dalgalanmalarla borç iki katına çıkmıştı ve yeni bir ürünle pazara girmeye çalışıyorduk. Karşımızda da güçlü rakipler vardı. Zor bir dönemdi. American Siding de piyasaya çıktığı dönemde 2001 kriziyle karşılaştı. 2005'te Bonuspan yatırımında da benzer bir şekilde TL'nin ciddi bir değer kaybı söz konusuydu. Bu sıkıntılardan tecrübeler edindik. Öz sermayemizi artırdık. Ve bambaşka bir güç kazandık. Mesela şu anda çok şükür sermaye yeterliliğimiz, rasyolarımız iyi durumda. Önümüze daha güçlü bakıyoruz..."
Bu kârlarla uluslararası oyuncu olmak pek mümkün değil
"Yalıtım sektöründe bu kadar düşük kâr oranlarıyla hiçbir zaman uluslararası bir oyuncu olamayız. Yani Ar-Ge'ye, pazarlamaya ciddi bütçeler ayıramayız. Fiyatların dip yaptığı kısır döngünün içinde kalırız. Halbuki bir firma çift haneli kârlılıklara eriştiği zaman bunlar çok rahat yapılabilir şeyler. İnovatif ürünler çıkarabiliriz. Şu anda Eryap olarak en fazla odaklandığımız ürün Wooler Taşyünü. Onu bir an önce istediğimiz noktaya getirmeyi hedefliyoruz. Türkiye'de taşyünü denilince akla ilk gelen marka olmayı amaçlıyoruz. Bu hedefi de tutturacağımızdan eminiz. Mevcut ürün gamımızı daha iddialı bir hale getirmeye de çalışıyoruz. Ürünlerin bazılarını başka noktalarda üretebiliriz. Özellikle ısı yalıtım plakaları hacimli ve nakliyesi pahalı ürünler. O yüzden bazı bölgelerde rekabet şansımızı yükseltmek amacıyla farklı noktalarda üretim düşünebiliriz. Mesela Gaziantep'te XPS üretimine başlayabiliriz ya da Anadolu'da bir taşyünü tesisi olabilir. Sektörde artık kalıcı bir değer oluşturduk. Bu büyümenin sürdürülebilir şekilde sürmesi yönünde yatırımlarımız devam edecek. Bazı ülkelerde belli ürünlerde pazar lideri konumundayız. Ürünlerimizin oralarda yer bulması, farklı lisan konuşan insanlar tarafından markalarımızın telaffuz edilmesi inanılmaz bir keyif veriyor..."
Hiç başka şirkette çalışmayı düşünmedim
"Şu an Eryap'ın CEO'su olarak satış, pazarlama, ihracat ve mali işlerden sorumluyum. Bu görevlere baktığınız zaman pek kimya mühendisliği ile örtüşmediğini görürsünüz ama yaptığımız işlerin muhteviyatı, kimyayla birebir ilintili. Üniversitede okurken de hiç aile şirketi dışında başka bir yerde çalışma hayali kurmamıştım. Hep mevcut işleri alıp bir yerlere götürmek üzerine hayal kuruyorduk. Öyle de oldu. Fakat yine de yurtdışında, birçok üretim üssü olan bir firmada staj yapmayı ve yöneticilik konusunda bir yüksek lisans yapabilmeyi çok isterdim. Fakat işler bizi öyle bekliyordu ki bir an önce eğitimlerimizi bitirip iş hayatına atılmalıydık."
Aile bağları...
"Aile şirketinde çalışmak, kardeşleriniz, babanız, aile bağlarınız ve çalışanlarınız iyiyse çok iyi bir şey. Fakat başarılı olamayan aile şirketleri de görüyorum. Kırk yaşına, elli yaşına gelmiş hala babasından yetki almadan yüz liralık faturanın altına imza atamayan, her yaptığı hamleyi tekmille veren insanlar da görüyorum. Bu anlamda babamın bizlere yaklaşımı bir şanstı bizim için. Bize hep yollar açtı, hep motive etti. Kendimizi de çok yıpratmamamız gerektiğini salık verir, yaşamın gelip geçici olduğunu söyler. Her şeyi dengeli yaşamamızı, kendimize zaman ayırmamızı ister. Kendisi de bunlara özen gösterir. Arkadaşlık bağlarına, sosyal ilişkilerine hep önem verir. Her şeyin iş ve para olmadığını söyler. Paraya bir dönem herkes sahip olabilir. Sürdürülebilirlik diyoruz ya, varlığı da sürdürebilmenin yolu, bunu hazmetmekten ve her yönüyle yaşayabilmekten geçiyor. Yoksa sadece çalışmak, genel bir başarı için yetmiyor. Bu başarıyı, etrafınızla, ailenizle, ilişkilerinize, iş arkadaşlarınızla kuşatmadığınız zaman eksik kalıyorsunuz.
Bu öğretilerle büyüdüm. Şunu şöyle yapacağız diye icazet alırdık ama bir gün yapmayın demez, sadece kendinizi fazla yormayın der..."
Anteplinin en önemli meşgalesi işidir
"Gaziantep sanayi bakımından oldukça iyi bir konumda. Birisi hiç kimsenin girmediği bir işe öncü olarak girer, diğerleri de peşinden gider. Antep bu şekilde o kadar büyüdü ki, sonunda bütün sektör Antep etrafından şekillendi. Sonra da birçok konuda bir numara oldu. Ayakkabı, terlik, makarna, parça halı, ambalaj endüstrisi, plastik kapı pencere gibi endüstrilerde Gaziantep açık ara liderdir. Bugün 7 milyar dolar ihracata koşuyor. İhracat sıralamalarında da hep ön sıralarda. Ayrıca Antepliler yemesini içmesini bilen insanlardır. Ama onun dışında parasını pek savurmazlar. Antep insanının en önemli meşgalesi işidir, fabrikasıdır, çalışanıdır. Bu da doğal olarak başarıyı getiriyor. Büyük şehirlerde insanlar şaşırabiliyorlar. Mesela İstanbul'da paraya sahip olduğun zaman bunu kolayca kaybedecek bir hayat da var. Ama Gaziantep'te insanlar daha çeki düzen içinde ve kontrollü yaşıyorlar. Para kazanınca da yatırıma dönüştürüyorlar. Gaziantep'te insanlar devletten de beklenti içinde değildir. Adalet Sarayı, Hükümet Konağı veya Postane gibi sıradan devlet dairelerinin dışında bir kamu binasına çok rastlayamazsınız. Kamu yatırımı da göremezsiniz. Yatırımların çoğu özel girişimcilerin yatırımlarıdır..."
Kardeş, bambaşka bir şey
"Bir ay önce evlendim. Bazıları geç, bazıları erken evlilikle ilgili şikayetlerde bulunur. Aslında doğru diye bir şey yoktur bence. Tabii bir aylık tecrübeyle büyük şeyler konuşmamak lazım ama şimdilik gayet güzel gidiyor. En az üç çocuk istiyorum. Ben de çok kardeşli büyüdüğüm için çok kardeşli olmanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. İş yaparken de, kavgaya girerken de kardeş bambaşka bir güven veriyor. İş hayatında da inanılmaz alanlar açtı kardeş sahibi olmak. Mesela ağabeyim Eryap Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Salih Eruslu Gaziantep'te finansın, küçük kardeşim Selim Eruslu İstanbul'da yatırımların başında. Fikir üreticisi Selim'dir. Ben kendi sektörümüzdeki yenilikleri gözlemleyip, ona yönelik yapmamız gerekenlere, rakiplere odaklanıyorum. Kreatif, marjinal düşünceler ise Selim'den çıkıyor. Her daim cebinde hazır farklı projeleri, düşünceleri, iddialı şeyleri vardır. İnanılmaz bir işletme zekasına sahip. Biz ağabeyimle İstanbul'dayken o da Antep'te yine bizim gibi çalışıyordu. Silivri'deki yatırım esnasında da üniversiteden boş zamanlarında gelip bize destek oluyordu. Gözüm arkada değil. Ben şirketin CEO'su olarak sadece dönem sonunda bilançolarda rakamları görüyorum. Bir CEO olarak yöneticilerden doğru bilgileri alıp, iyi analizler yapmaya çalışıyorum. Konsantrasyonumu da kardeşlerimin verdiği rahatlıkla satış ve pazarlama ile ihracata yöneltiyorum. Satışta kılcal damarlara girebiliyorum, sahaya inebiliyorum..."
İşimize dertlenen bir aileyiz
"Ortada bir başarı varsa bu kesinlikle aile bağlarımızın kuvvetli olmasından kaynaklanıyor. Bu bağ sayesinde ne iş yaparsak yapalım yine de başarılı olacağımıza inanıyorum. Yalıtım veya inşaat malzemesi sektörü değil de tekstil sektöründe de olsaydık yine işimizin gereğini yapardık. Çünkü biz işimize dertlenen bir aileyiz. Ailede erkekler biraraya geldiğinde işten başka pek bir şey konuşulmaz..."
Derneklerde kol kola mücadele ediyoruz
"Diğer üreticilerle dernek çatıları altında biraraya geliyoruz. İZODER'in de Yönetim Kurulu Üyesiyim. Sektörümüzün dernekleri de gerçekten organizasyonlarını büyük ölçüde tamamlamışlar. Güzel projeler üretiliyor. Kol kola mücadele ediyoruz. Sektörün büyütülmesi için, daha düzeyli bir ticari noktaya gelmesi için emek sarf ediyoruz. Farklı düşündüğümüz noktalar da oluyor ama bu da çoksesliliğin bir gereği. Yalıtım sektörü üç-beş sene önce bir milyar dolarlık büyüklüğe bile sahip değilken, on milyar dolar büyüklüğündeki bir sektörün temsilcileri aynı masa etrafında birbirleriyle konuşamazken, İZODER yirmi yıl önce kurulmuş ve yalıtımla ilgili ne yaparız konusu üzerinde, gönül birlikteliği içinde aynı masa etrafında toplanmışlar. Ve bu masada hep teknik meseleler konuşulmuş. Pazar paylaşım toplantıları değilmiş bunlar. XPSDER'de de tek derdimiz ürünlerin kalitesini yükseltmek ve toplam yalıtım bilincini daha fazla artırmak. Bununla ilgili mücadele veriyoruz. Bizden eskiler çok ciddi emek vermişler, erdemli davranmışlar. Ben de aynı yolu takip etmeye çalışıyorum. Aylık mesaimin neredeyse yüzde onunu bu tip örgütlere ayırıyorum. Bu bir işveren için çok önemli bir zaman. O zamanımı ben para kazanmak için de rahatlıkla harcayabilirdim..."
Her firma kendi akademisini kurmalı
"Yalıtım sektöründe bir an önce eleman yetiştirilip, sektöre insan kaynağı oluşturulması gerekiyor. Bu bence sektörün en önemli sıkıntısı. Sektörde her alanda ciddi bir insan kaynağı açığı var. Başkalarının elemanını almaktansa her firma kendi akademilerini kurup, kendi insan kaynağını yetiştirmeli..."
Olgunlaşıyoruz
"Eryap olarak biraz hızlı bir balığız. Hızlı girişimlerde bulunduk, belki birilerinin canını yaktık. Belki farkında olarak ya da olmayarak haksız rekabete ilişkin biz de bir takım fiiller işledik. Ama bu bir olgunlaşma süreciydi. 33 yaşındayım. Agresif olduğumuz, hırslandığımız dönemler olabiliyor ama insan hem yaşı ilerledikçe, hem şirket bir noktaya geldikçe olgunlaşıyor. Bence Eryap kendi büyüklüğüne ve kimliğine yakışır davranıyor..."
Geri bildirime önem veririm
"İletişime açık birisiyim. Dinlemeyi sevdiğim gibi konuşmayı da severim. Verici ve paylaşımcıyımdır. Hele ki personele, bilgi, tecrübe aktarımı konusunda çok verici olduğumu düşünüyorum. Bilgiyi olabildiğince paylaşırım. American Siding ile sektöre iki bini aşkın personel ve usta yetiştirdik. Ustaları ben eğitiyordum. Bu konuda sempati de kazanıyordum ama sonuçta patronsunuz. Onların nezdinde kötü huylarım da vardır tabii ki. Bazı şeyleri kaçırmış olabilirim. Bununla ilgili birinci derece üst düzey yöneticilerime hep saygıdan taviz vermeden beni eleştirmelerini isterim. Geri bildirime çok önem veririm. Ilımlı, çözüm odaklı ve sonuç bekleyen bir patronum. Konuları çok dallandırıp, budaklandırmam. En iyi personel de bence sorunla birlikte çözümü de sunan personeldir. Fakat yeni kuşak bu özelliği kaybetti. Sadece işin sıkıntılı boyutunu gören ve çözüm üretemeyen bir yapıya sahipler. Eleştiri kolaydır, önemli olan çözüm üretebilmektir. Çalışma arkadaşlarımdan da beklediğim budur..."

Dinlemek, bizde bir aile geleneğidir
"Ailemizin geleneğinde dinlemek vardır. Dolayısıyla babamdan en fazla dinlemeyi öğrendim diyebilirim. Karşıdaki insanı dinlemeden ne istediğini anlayamazsınız. İnanılmaz dinleyebilen birisiydi. 'Hemen pat diye ağzındakini atma' derdi. Rahmetli dedem de hep, 'Şu üç yüz metre ileriden gelen adamın ne niyetle geldiğini bilmelisin' derdi. Kendisi de bilirdi. O adam hayra mı geliyor, şerre mi geliyor? Kestirmek gerektiğini öğrettiler bize. Eğer bilmiyorsan o adam dibine geldikten sonra zaten yapacağını yapar. Öngörülü olmayı, tedbirli davranmayı aileden öğrendik..."
Her Antepli gibi yemeğe düşkünüm
"Her klasik Türk erkeği gibi futbol değil, Fenerbahçe var hayatımda. Herkesin bir gün Fenerbahçeli olacağına inanıyorum. Geçtiğimiz yıla kadar maçları olabildiğince tribünde izlerdim. Fakat geçen sene evlilik arifesinde biraz ihmal ettim. Hobi olarak kendime zaman ayıramadığımı söyleyebilirim. Yaz tatillerim de çok sınırlıdır. Şu an hobimiz, hanımla beraber yeni evliliğin tadını çıkarmak. Bununla birlikte bir Antepli olarak gastronomiyle de ilgilendiğimi söylemeliyim. Yemeğe düşkünüm. Yemek için keşiflere çıkarım, gizli adreslerim de vardır. Beyoğlu'nun ara sokaklarında ev yemekleri yapan, Osmanlı yemekleri yapan, müdavimi olduğum mekanlara giderim. Zeytinyağlılara ve balığa zaafım vardır. Bir de yazları Çeşme keyfim vardı... Bekarken yılda iki üç kere kısa süreli Çeşme'ye kaçardım, Çeşme benim sığındığım bir yer gibi. Ramazan aylarını da Ramazan ayı gibi yaşarım. Yani iftarıyla, sahuruyla, teravihiyle küçüklükten beri çok sevdiğim değer verdiğim bir dönemdir. Ramazanda arındığımı düşünüyorum. Yılın üzerimde oluşturduğu yüklerden Ramazanda sıyrılıyorum..."