Yalıtım Dergisi 106. Sayı (Ocak 2013)

“1 971 yılında Sivas’ta doğ- mama rağmen Sivas’ı hiç hatırlamıyorum... 1974 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, Edebiyat Öğretmeni olan babamı, Türk öğrencilere ders vermek üzere Almanya’nın Duisburg kentine atamış ve böylece üç yaşımdayken ailecek Almanya’nın Duisburg şehrine taşın- mıştık. Babam, Almanya’da pedagoji okuduktan sonra lise düzeyindeki öğrencilere ders vererek Almanya’nın ilk Türk kökenli öğretmeni unvanına sahip olmuştu. Duisburg, ağır sanayi kuruluşlarının da yoğun olduğu bir şehirdi. Hatta o zamanlar demir çelik sektöründe bir dünya devi olan Thyssen’in fabrikası ve yönetim kad- rosu da Duisburg’taydı. Duisburg’un Türk Mahallesi’nde kalıyorduk. Türk Mahallesi’nde Türkler kendi arasında alışveriş yapar, birbirlerine ziyarete giderlerdi. Pek dışa açık bir topluluk değildi. Küçük bir Türkiye gibiydi. Karma yapıya sahip bir kentti. Nüfu- sun neredeyse dörtte birini Türkler oluşturuyordu. Türkler haricinde farklı ülkelerden de on binlerce yabancı vardı. Şu anda Duisburg’un yarısı yabancı ülke vatandaşlarından oluşuyor. Kentin çokuluslu yapısı, yerel yönetime de yansımış durumda. Hatta arkadaşım olan Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı da Türk kökenli.” “Eğitim hayatıma 1978 yılında Almanya’da başladım. Almanya’da ikinci nesil olarak nitelendirdiğimiz Türkler, genelde Almancalarının iyi olmamasından veya Türklere karşı olan önyargılardan dolayı meslek eği- timi veren okullara yönlendiriliyordu. Türklerin, daha çok endüstri alanında çalıştırılması için böyle bir yönlen- dirme yapılıyordu. Ailem ise beni 7 yaşımda normal bir Alman ilkokuluna gönderdi. Sınıfta tek Türk bendim. Babam o zamanlar ilkokul öğrencile- rine de ders veriyordu ve başladığım okulda görev yapıyordu. Babamın dersi olduğu günler sabahları okula beraber giderdik. Babamın aynı okulda öğretmen olması ve Türkçe dersime girmesi dolayısıyla kendimi oldukça güvende hissediyordum. O zamanlar bu durum çok tuha- fıma gidiyordu. İlk zamanlar sınıfta babama, ‘Baba mı, öğretmenim mi, Bay Şahin mi’ demem gerektiğini kes- tiremiyordum. Ancak zorlandığımı fark eden babam da bana yardımcı oluyordu. Okulda diğer öğrenciler- den beni ayırmazdı. Prensip sahibi bir öğretmendi. Okulda yaramazlık yaptığım zaman da akşamları evde anneme kızardı...” Türk olmana rağmen “iyi” bir insansın “Almanya’ya çok erken yaşlarda geldiğimden sanki orada doğmuş gibiydim. Dolayısıyla yabancılık çek- mediğimi söyleyebilirim. Almanya’da büyümüş olsam da kökenimi unut- mamaya çalıştım. Türküz, ancak yaşadığımız ülkelere de adapte olmak gerekiyor. Adapte olmak kendi örf ve adetlerimizi unutmak anlamına gelmiyor tabii ama yaşanılan ülke- nin belirli adetlerine uyum sağlamak gerektiğine inanıyorum. Babam da bu prensibi bir şekilde gerçekleştirmiş durumdaydı. Bizleri de öyle yetiştirdi. O dönem Almanlar, Türklere karşı biraz önyargılı yaklaşıyordu. İlko- kulda bazı arkadaşlarım bana, ‘Türk olmana rağmen sen iyi bir insansın’ derlerdi. Çocuklarda sansür meka- nizması pek çalışmaz. İyi veya kötü olsun her şeyi insanların doğrudan yüzüne söylerler. Bu cümleyi hayatım boyunca unutamayacağım. Eve gelip, ‘Anne neden böyle bir şey diyorlar’ diye sorardım...” İki dili de iyi konuşmaya yönlendiriliyorduk “Babam Edebiyat öğretmeni oldu- ğundan evde Türkçe’ye önem veri- liyordu. Ancak dışarı çıktığımızda genellikle Almanca konuşuyorduk. Ailem bu konuda iki dilli eğitime çok önem veriyordu. Eksik Türkçe, eksik Almanca konuşarak değil; iki dili de çok iyi konuşmaya yönlendiriyordu. İki dilin de kullanılma yerleri fark- lıydı. Babam, bu prensibi de ciddi bir şekilde uyguluyordu. Yeni nesil- lerse maalesef ne Almanca’yı ne de Türkçe’yi doğru konuşabiliyorlar.” İki arabadan birisi Alman plakalıydı “O dönem her gurbetçi ailesi gibi biz de yazları okul tatili olunca aile dostlarımızla birlikte 3-4 araba kon- voy olarak Almanya’dan Avusturya, Yugoslavya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gelirdik. Türkiye’ye geldi- ğimizde ilk olarak baba tarafının akra- balarını ziyaret için Sivas’a giderdik. Kalan tatilimizi de Ege veya Akdeniz sahillerinde geçirirdik. Dönerken de Türkiye’ye giriş yaptığımız rotayı takip ederek Almanya’ya ulaşırdık. Çocukluğumda İstanbul-Ankara yolu üzerinde neredeyse her iki arabadan biri Alman plakalıydı. Bu sıklık artık pek fazla görülmüyor...” Üniversiteye giden yolu seçtim “1982 yılında, 4. sınıfın sonunda ortaöğrenim için hangi okula gide- ceğim konusunda karara varılması gerekiyordu. Almanya’daki eğitim sis- temi, Türkiye’den oldukça farklıydı. Önünüzde iki seçenek vardı; ya sonu üniversitede biten bir eğitim ya da meslek öğretimine yönelik bir eğitim. Sınıf öğretmeninin vereceği referansla öğrenci meslek lisesine veya normal liseye (Gymnasium) gidiyordu. Ben ise üniversiteye giden yolu seçtim. YALITIM • OCAK 2013 41

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=